Türkiye’de, toplumsal yapı açısından olumlu yönde olsa da farklı davranışlar çok yadırganır.
Ancak bazı insanların, reaksiyon gösterme, kınama ve tenkit etme gibi farklı davranışlarda bulunması için herhangi bir uygulamadan kendilerinin zarar görmesi gerekmez. Yapılanın dolaylı veya doğrudan, toplumsal bir zarar oluşturması bunun için yeterli nedendir.
Böyleleri bizim toplumda, genelde “kötü adam” durumuna düşüyor.
Artık öyle bir toplumsal ortamda yaşıyoruz ki “kötü adam” olmaktan korkuluyor ve bir uygulamayı eleştirmekten bile kaçınılıyor. Değil topluma, kendisini doğrudan zarara sokan kanun dışı uygulamalara karşı gerekli tavır alınmıyor. Bir tür yalakalık olan bu vurdumduymazlık hiç yadırganmıyor.
Bu durumda yetkilendirilmiş liyakatsızların, doğrudan kişileri ve hatta toplumu rahatsız eden yanlış kararları irdelenmiyor. Böylece liyakatsızlık ile yalakalık birbirini besliyor.
Liyakatsızların emrinde yalakalar da olduğunda, yalaka olmayan “kötü adam” konumunda…
Ben meslek hayatımda birçok defa “kötü adam” oldum! Bu konuda son sabıkam (!), emekli olduğum araştırma kurumunda müdürün, sorumlu olduğu iki araştırma için üstelik yazılı olarak gerçek dışı beyanda bulunduğunu ortaya koymamla oluştu. Ve ben “kötü adam”ın, kurumdan gönderilmesi için yıllarca beraber çalıştığım yedi başmühendis, o müdürle beraber rapor düzenleyip Ankara’ya gönderdiler. Çok haklılar ! Onların arasında benim gibi “kötü adam”ın ne işim var!
Başka örnek vereyim:
Ankara’da bir toplantıdayım. Orman Genel Müdürlüğünden bir yetkili gelir açısından çok sıkıntıya girildiğini, ülke ormanlarda yapılması gerekli çalışmalar için harcamalarda kısıntı gerektiğini belirten bir konuşma yaptı. Herkes sus pus…Vah vah!.. Çok yazık, ne yapmalı!
Ben durur muyum! Söz aldım: Söylemezsem kendime hakaret etmiş olurum. Söylemem gerek…
“Siz Genel Müdürlük olarak yaptığınız ikili anlaşmalarla, normal fiyatının çok altında, üstelik kağıt için hiç gerekmediği halde SEKA’ya yüksek kalitede tomruk veriyorsunuz. Bu akşam İzmit’te, SEKA’nın bu yıl yaptığı kârıkutlamak için balo yapılıyor. Buna yeni seçilen Avrupa Güzeli de katılacak” dedim ve salon adeta buz tuttu. Herkes dondu kaldı.
Bu uygulamayı tenkit etmek ne demek! Bu adamı “kötü adam” değil, “sürülecek adam” yapar! Ama umurumda değildi. Ben sadece gerekeni söylemiştim.
1983 yazı. Erzurum, Doğu Anadolu Ormancılık Araştırma Bölge Müdürü olarak tayinim çıktı. Erzurum’da işe başladığım ilk gün, orada sürdürülen araştırmaların dosyalarını inceledim. Bir gün sonra Ankara’ya, şunu yazdım: “Müdürlüğümüzde, bölgenin ağaçlandırılması konusunda yürütülen araştırma, bilimsel esaslara uymadığı için tarafımdan durdurulmuştur.”
Günler geçti ama bana, uyulmayan bu bilimsel esasların neler olduğu sorulmadı. Çünkü sorulması için benim dayandığım bilgiye sahip olmak gerekiyor. Sonunda beni Ankara’ya çağırdılar. Projeyi bu haliyle yürütmeyeceğimi söyledim. İzmit’te daha fazla katılımcı ile yapılan bir başka toplantıda bu projeyi neden yürütmeyeceğimi, nedenlerini net olarak ortaya koyup açıklayınca o salon da buz tuttu.
Bu gelişmeler üzerine Erzurum’a yeni bir ağaçlandırma araştırma projesi gönderdiler. O da bilimsellikten uzak. Projenin lideri ben görüleceğim! Oldu!…emredersiniz! Emirle bilimselliği ve bilgimi bir kenara atacağım! Projeyi imzalarken; “Bu belgeyi, projenin lideri olarak değil, bu projede yapılması ön görülen çalışmaları müdür olarak yaptırmaktan sorumlu kişi konumuyla imzalıyorum” kaydı düştüm. Yine “kötü adam” oldum ama bunu da umursamadım.
Ben bugüne kadar birçok defa “kütü adam” oldum ama yalakalık sonucu zavallı duruma hiç düşmedim. Benim gibi “kötü adam” olamayanlara, elimde değil, çok acıyorum.