Kısır döngü

27 Mayıs 2016 Saat: 22:27
Necdet Güler
Geçen yıl çok değerli bir dostumu kaybettim;

Prof. Dr. Atilla Çetin. Allah rahmet eylesin. Zaman zaman beni  telefonla arar, dertleşirdik. Sadece uzman olduğu tarih konusunda değil, çeşitli konularda halkın ve özellikle çevresindeki “Mürekkep yalamışların” ilgisizliğinden çok şikayet ederdi.

Bir gün telefonla konuşurken yine bu konuda dertlenince,  o an aklıma  geldiği şekilde, kendisine “Bilgisizlik ilgisizliğe,  ilgisizlik bilgisizliğe neden oluyor” dedim.

 

Bu konuşmadan kısa bir zaman sonra  evine ziyaretine gittim. O sıralarda kuşların yaşamına merak sarmıştı. Kendisine bu konuda yazılmış bilimsel bir yabancı yayın götürmüştüm. Beni çalıştığı odaya buyur ettiğinde masasının üstündeki kağıtta kendi el yazısı ile o gün telefonda söylediğim cümleyi gördüm. Benim  şaşkınlığımı görünce ”O gün söylediğinde çok hoşuma gitti, bu nedenle unutmamak için yazıp, masada karşıma koydum” dedi.

 

Onun gibi bir bilim adamının bu değerlendirmesi çok hoşuma gitmişti. Yazdığım “Kentleşmenin Biyolojik Faturası” isimli kitabımın ilk sayfasına, onun bu davranışından cesaret alarak “Bilgisizlik ilgisizliğe, ilgisizlik bilgisizliğe neden oluyor. İşte...insan yaşamındaki  en olumsuz kısır döngü” şeklinde bir deyiş yazdım.

Kitabım yayınlandıktan sonra da “Acaba doğru mu yazdım” diye düşündüğüm zamanlar oldu. Ama çevremde ve Türkiye’de olan-bitene bakınca çok doğru yazdığıma inanıyorum.

Herşeyden önce ortada bir gerçek var; ilgi oluşturamadığunız bir konuda yeterli düzeyde bilgilendirme yapmanız mümkün olmuyor. Yani ilgisizlik yeterli bilgilenmeyi önlüyor. Bizim toplumumuzda bunu doğrulayacak o kadar çok örnek var ki…

Bu nedenle kimseye, en hayati konuda bile ilgi oluşturmadan bilgi vermeye kalkışmayın. Önce konu ile ilgilenmesini sağlayıcı kritik ön bilgiler verin. Peki… nasıl yapacaksınız?

Bunun için en etkin yol irdelediğiniz konunun, kişilerin kendilerine doğrudan veya dolaylı şekilde olabilecek olası zararını veya faydasını ortaya koymak. Yani, bizim ülkemizde kişisel ilgi oluşması için toplumun değil, kişilerin zarar görmesi veya avantaj sağlaması gerekiyor.

Örnek mi istiyor sunuz?

Birileri buduyorum diyerek kentteki ağaçları mahvediyor. Boşu - boşuna yaprak kaybına uğrayan ağaçların, örneğin oksijen üretimi düşüyor. İlgi yok. Neden? Olay bütün kent toplumunu ilgilendiriyor. İnsanlarımızın büyük çoğunluğu toplumsal zararı kişisel bazda değerlendirmediğinden ilgi oluşmuyor. İlgi olmayınca yeterli bilgi edinilemediğinden yapılan bu yanlışa tepki gösterilmiyor.

Havaya çeşitli yollardan salınan karbondioksit nedeniyle küresel ısınma oluyor. Kim etkileniyor? Bütün toplum. O halde kişisel ilgi yok.

Çöp yakım tesisleri yakınında dioksin denilen bir madde oluşabiliyor. Sağlık için çok tehlikeli  bu madde hayvanların yağında birikiyor, süte karışıyor, yumurtada bile bulunuyor. Bütün toplumu ilgilendirdiğinden kişi ilgisiz kalıyor.

“Yürüyüş yolu”olarak önerilen ve aslında “Zehir yolu” olarak tanımlanabilecek yolda, spor anlamında yürümeyin, bu yoldan ancak mecbur kalınca geçin diyorsunuz, ilgi yok. Yolda gezenlerin, bilimsel dayanaklarla neden zehirlendiğini ortaya koyuyorsunuz, ilgi yine yok. Çünkü zehirleniyorsa herkes zehirleniyor. Zehirlenen yalnız o mu!...

Bu yapı yüzünden Türkiye’de ormanların azalmasını önleyici tedbirleri de alamadık yıllarca. Ormanların azalmasından etkilenen kim? Toplumun tamamı. İlgilenmesi gereken kişiye doğrudan zarar var mı? Yok.  Kişiler bu problemle neden ilgilensin!

Adamın elinde biraz dolar var. Doların değeri Türk lirası karşısında arttıkça seviniyor. Sanki bu artışın toplumsal olarak yaratacağı ekonomik sarsıntının onu etkilemesi söz konusu değildir!

Başka konularda da çok sayıda örnek verilebilir. Çünkü Avrupa’lıların utanarak “Geri kalmış” demek yerine “Kalkınmakta olan ülkeler” olarak tanımladığı bütün ülkelerde  bir olayın kişisel açıdan önemi toplumsal açıdan  öneminin çok  önündedir. Ülkenin siyasi yapısını belirleyen seçimlerde bile oylar buna göre kullanılır.

Bizim ülkemizde bu davranışın kaynağını bulmak aslında çok kolay: “El ile gelen düğün bayram” deyişi ile Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” deyişinin olduğu bir ülkede yaşıyoruz..

Böyle deyişlerin olduğu bir ülkede daha ne bekliyorsunuz? Bir halkın ağzındaki deyişlere bakın, sosyal yapıyı anlayın. Böyle deyişler örneğin İtalya’da. Fransa’da, İngiltere’de var mı? Yok.. Buradaki yılan, örneğin havaya salınan karbondioksit, oksijen üretimini azaltan yanlış budama işlemi, çöplerden çıkan dioksin, motorlu araçların egzozundan çıkan gaz vs.  Bilgi yetersizliğinden dolayı kişi bu yılanların kendine zarar vermediğini sanıyor. Bu nedenle ilgisiz kalıyor, hiçbir tepki vermiyor ve problemi ortadan kaldırmaya yönelik bilgi edinme gereği duymuyor. Yani “Bin yaşasın!” deme konumunda kalıyor.

Sonuç mu? Sadece çevrenize baktığınızda bile  sonuçlarını net olarak görebilirsiniz.

 

 

YORUMLAR

Lütfen Resimdeki kodu yazınız

Diğer Yazıları

Tüm Yazıları